14 Aralık 2008 Pazar

Otobüsler hep aynı yöne gider :)


Aslında inanılmaz depresif bi havadayım. Dün yaşadığım bir olay sinirlerimi gerdi ama olsun blog ben oturupta günümün nekadar bok geçtğinden bahsetmicem. Bugün canım ilk otobüs maceramı anlatmak istedi. Aslında bi dolu enteresan, komik, acıklı, şaşırtıcı anım var ama sırasıyla döktürmeyi planladığım anılarımdan ilki otobüs maceram olsun istedim :)

Efenim ben fasulye kişisi bundan bir önceki milli maçta çiçekli bahçesinin yollarında koşan bir talebeydim. Okula servisle gider gelirdim ve otobüse yanımda bir başkası olmadan binmemiştim. Tam o gün maç vardı ve sırf yetişebilmek için öğle vakti apar topar kaçtım. Okul ve ev arası 3km kadar, çokta uzak değil ama yürümeye kalkarsam geç kalırdım. En iyisi otobüse binmekti. Otobüs beklemek için herhangi bi durak buldum. Ne yöne gittiği, nerden geldiği mühim değildi. Otobüstü ya heryere götürüyodu işte. Yani en azından okulun orda binen bizim sitede iniyodu. Nereye gittiğini umursamadan önüme gelen ilk otobüse bindim. Etrafı seyrediyordum giderken.. İşte şu kavşak, işte bu ışıklar derken otobüsün hiçte bizim siteye gider gibi bi hali olmadığını farkettim. Neyse dedim heralde buraları dolanır sonra bizim oraya gideriz... Bir yandan telaş yapmamaya çalışıyor öte yandan hızla gitmek istediğim yerin aksi istikametinde yol alıyodum. En sonunda tam önümde duran muavine sormaya cesaret edebildim

- bu otobüs nereye gidiyodu?

cevap gecikmedi

- yenikapı...

Önce anlamakta güçlük çektim.İyi de ben beylikdüzüne gidecektim yenikapıda neresiydi?.. Çekinerek bi cümle daha kurabildim

- abi ben oraya gitmicemki ben beylikdüzüne gitmek istiyodum yanlış otobüse bindim galiba..

bu konuşmalar gerçekleşirken tam yanımda yaşlı bi teyze oturuyodu ve birden konuşulanlara şahit olmanın verdiği heyecanla bağırdı..

-anaaaam! Yavrum yanlış binmiiiiş gorüyonmuu vah vah!.. tüh tüh!...

Belki sadece muavine rezil olacaktım ama nenem saolsun öyle bir intettiki otobüste bi sümsük olduğunu bilmeyen kalmadı, hatta bizzat şu zavallı bücürü görebilmek için orta bölüme doğru uzayan kafaları hiç unutamıyorum... Neyse dedim olan olmuştu eve nasıl dönecektim? Bi dakka! Otobüse binerken verdiğim elimde kalan son paraydı ve bukadar yolu yürüyerek asla dönemezdin. Havada kararmak üzereydi. Nasıl anladığına hala aklım ermiyor ama muavin durduk yere verdiğim parayı geri elime sıkıştırdı ve orda beni indirip karşıdan gelen ve siteye gidecek olan otobüse binmemi söyledi. Apar topar inip karşıya geçtim 2 saat sonra nihayet gelen otobüse bindim ve eve ulaşma başarısını gösterdim. Okul çoktan dağılmış, maç bitmek üzere ve başıma gelenlerden kimsenin haberi yoktu. Eğer paramı geri alamasaydım nasıl dönerdim bilmiyorum...

11 Aralık 2008 Perşembe

Bu bayram nasıl bayram?


Benim bayramlarım hep aynıdır. Hiçbir sene dememki 'nerde eski bayramlar!..' İşte bugün, bu bayram da o bayram.

Bikerede istiyorumki evde oturalım birileri kapımızı çalsın şu şekerle kolonya tutmak nasıl bi duyguymuş tadayım. Nerdeee... Çikolata ve şekerini oturup kendi yiyen bi biz varız heralde :)..

3 günün 2'sinde anca akraba ziyareti bitmiş olur sonra tanıdık kapısı aşındırılır. Her evde baklava veya sarma vardır. Kolonya, gülsuyu karışımı bir koku barındırırsın eve dönerken. Çikolataya hayır diyemessin akşam mide fesadı geçirirsin. Bayram bitene kadar kavurma kokusu bi hoş eder. El öptürenlerin çoktur.

Bazı şeyler elbette değişti mesela artık bayram harçlığı vermez oldu amcalar kazık kadar olduk diye.. Halbukine bayramın en güzel yanıydı bu. Görgüsüz bi çocuktum :P eğer az para verecek bi amcaya gidiyosak ayaklarımı sürüye sürüye giderdim :) . Arkadaşlarla toplanır kim daha çok el öpmüş, kimin amcası ne kadar vermiş, neticede kimin parası daha fazla hesaplardık. Sanki az şeker yemiş gibi ekstra görgüsüzlükle parayı cips kola ve nekadar gereksiz oyuncak varsa alarak bitirir, eve dönünce kimimiz yediklerini kusar kimimiz üstüne birazda azar yerdik. Annem hep parasını ayakkabı, elbise almaya ayıran, benden nispeten daha görgülü görünen arkadaşlarımı bana örnek gösterir, bidahaki bayram için uyarısını yapardı.

İşte geçmişten bu güne değişen tek şey büyümüş olmak.. Bundan yedi yıl önce taso yağmasında birtanecik taso kapabilmek için devasa çocukların altında ezilip parkın kumlarıyla haşrolan o çocuk değilim okadar...

Blogger, cümle blogcuların bayramını tebrik ediyorum... Herşey güzeldi bu bayram da... Ben şanslı hissediyorum çünkü benim bayram günlerim gerçekten güzel...

1 Aralık 2008 Pazartesi

Melankolik serzeniş...



Köpüren hastane, ayak kokusu, fırça, çalışmayan süpürge, süpürgenin dövücüsü, su, hesap makinesi, taksim, eşel, süfle, kemik, salyangoz, kupa kızı, hayat sigortası, çift taraflı yapışkan tela, bol teel, boncuk mavisi, leylak, koyu pırpır, ofelya, soyut resim, küf, soba, şah damarı, soytarı....

Bazen rüyada bilinçaltı hiçte yediremediklerini yaşatır sana. Bazen 10'dan geriye saymaya başladığında 5'de bitirirsin. Ara sıra üşüdüğünde klimayı açarsın. Uyandığında asıl rüya şimdi başladı diyebilirsin. Korktuğunda hiçte ağlamayabilirsin. Doğuştan renkleri herkezden başka gördüğünü, sesleri herkezden başka işittiğini düşünürsün. Her yıl yaşnı yanlış hesaplarsın. Bilerek yolu şaşırırsın. Ağlarken gülersin. Sayıların sonsuzluğunu düşünürken yaklaşırsın ömrünün 3. gününe. Yollarda hep hendek vardır. Yazın asfalt erir, üstüne basarsan ayakların yapışır. Sigara öldürür, o öldürmesede zaten ölürsün, belki sayesinde biraz daha erken ölürsün. Gıdıklanmak güldürür ama zevk vermez. Hayatı sevmezsin ama elinden almak isteseler vermezsin de... İnsansın ya kelebek olsaydın?

Bi de erken kalktım bugün yine diğer günlerdeki gibi. Aslında hiçte istemiyordum taa buraya kadar gelmeyi. Yolda tanıdığım iki kişiyle karşılaştım ve düşündümde iki adımda bir birileri yüzüme gülüyor, üç adımda bir hatrımı soruyor. Nede geniş bi çevrem varmış. Buradan tamda şuradan uzaklaşmak nasıl olurdu acaba? Hani daha az insan gördüğüm, daha az dedikodulu biyere... Belki insanıda farklı olurdu kimbilir! O yüzüme gülenler gibileri konuşmazdı arkamdanda. Hani şu çok iyi arkdaşım olanlar, aslında kendilerini öyle zannedenler, aslında kibir de değil sadece sadeleşme çabasıyken bendeki, ısrarla etrafımda çember yürüyüş yapanlar. Bir kendini beğenmişlik bendeki dışardan görünen, aynada kendime söverken farkediyorum abesliği. Hiçte beğenmiyorum şu duruşumu sümsük gibi! Hep kafam yerleri süpürürdü küçükken...Sırf bu yüzden kayboldum defalarca. Dev gibi insanlar yanımdan geçerken biri elimi tutmuş götürüryordu beni evime... Hemde evim neresi bilmeden. Büyük ya hani, hani olgun ve çocuklu bir amca belkide. Neden beni evime götürmesinki? Yok yok sıkı sıkı tutmalıydım elini ve az ilerde arabası vardı dev amcanın. Seviniyordum, yine kaybolmuştum ama geri dönebilecektim. Tamda o sırada belki de bu duruşumun bedelini tam da ödemek üzereyken bulundum. Başka bir dev amcaydı elimden tutup götüren... Ama bu amca tanıdıktı, bu amcayı biliyordum ve içim daha da rahattı. Yürürken sevinçle tekrar bulundum, bu sefer dev babamdı karşımdaki ve beni bulduğu için şükreden ailem. Çok defa bu duruşun, bu yere bakışın bedelini ödemekten ucuz kurtulmuşum. Çok defa eve geri dönmüşüm. Şimdilerde dimdik yürüyen bu insanda ne değişti? Nedir bu özgüvenin sebebi? Şu masada otururken aklımdan geçenler, bir yandan halay çeker, bir yandan dalga geçer benimle...

Şu karşıdaki bina hala satılmadı, hala tamamlanmadı yandaki inşaat, hala ayda bir değişiyor şu dükkan bi tekstil atolyesi bi sabun dükkanı karar veremedi gitti. Şu nakliyeciler yol yaptılar. Havalar da melankolik bu ara. Hiçte mevsimim değil sonbahar, uykumu getiriyor. Ben kışın doğdum kışı seviyorum. Ellerim hiç ısınmaz benim. Yoksa buz ülkesinin kraliçesimiyim? Ama öyle bir ülke yoktu dimi? Olsaydı ben oraya ayak uydurabilirdim. Herşey parlak, kristal, pırlanta ve ışığı yansıtan her ne varsa, gümüş rengin tüm tonları üzerine kurulmuş bu ülkede, buz ülkesi prensesi, buzdan elbisesi ve buzdan merdivenleri kristal ayakkabılarıyla inişini izleyen milyonlarca buz insanını selamlıyor...

Şimdi ahşap oyma antika saat donk etti ve hayaller tuzla buz. Başlarken yuvarladığım her kelime benim sık sık oynadığım bir oyun. Adı, aklına geleni yaz ya da söyle :) Nezaman denesem güldürürdü beni. Bu sefer düşündürdü çok ilginç!..

28 Kasım 2008 Cuma

Acemi terzi fasulye...





Dikiş kariyerim bundan 3 yıl önce başladı. Bugüne kadar dolabımın yarısını kendim diktim ve bu tür bi yeteneğe sahip olduğum için nekadar acemide olsam ara sıra gururlanmıyo değilim hani :P Oturup tek tek çekemedim şunu diktim bunu diktim diye ama bundan sonra diktiğim şeyleri çekip buraya da koyabilirim. Bu soldaki elbiseyi geçen hafta diktim gerçi yazlık ama okadar çok kumaş varki yazlık olsa da elden çıksın diye dikip gelecek yaza sakladım kendilerini...


Bu aşağıda sırayla dizdiğim eserlerde daha önceden diktilerim..




-Birinci sırada efenim abiye bir model var. Kuzenimin düğünü için diktiydim ama sinir olduğum şey uğraşıyorum ediyorum bi düğün oluyo giyiyorum ve arkasından gelen düğünde aynı şeyi giyemediğimden emeğime acıyorum :(

-İkinci sırada rengarenk saten elbisem var... Bu elbise kişiliğimi yansıtıyo fikirde benden çıktı kalıpsız kestim biçtim böyle bişey çıkarttım ortaya... Fotoğrafta eteklerini mecburen sağa sola iğneledim tipi biraz kaydı ama üç aşşa beş yukarı modeli insan evladı üzerinde hayal edilebilir hale getirdim. Kendim giymedim çünkü bi türlü kendi kendimin boydan fotosunu çekemedim heheheh :D























-Son olarak yeşil etekim varki onu ilk diktiğimde aşık oldum üstümden çıkarmayasım geldi. Sonradan cılkını çıkardım zavallının...



Not: Pilli Cadımın dediği cart yeşil etek yazlıkların arasındaydı zaten yarısını anca çekebildim kıyafetlerin oda alel acele oldu o yüzden onu koyamadım buraya. Neyse şimdi kışlık bi elbise dikmeyi planlıyorum dün 3 gündür uğraştığım montumu saat 11 gibi bitirebildim bugün işe onunla geldim pek bi sevindrik oldum :) elbisem bitsin ikisinin fotoğrafını çeker koyarım.

27 Kasım 2008 Perşembe

Yine burdayım, hoşgeldim masam!...


Tam da şimdi, şu anda, oturdum masamda kendimi kutluyorum. Neden acaba ? Neden tekrar burdayım ? Özlediğimi sanmıyorumlarla kadırıyorum kendimi sonra güç bela itiraf ediyorum burada olmak istediğimi. İdeallerim çok farklı ve yapmak istediğim iş bu değil belki ama herşey istediği gibi olmuyor insanın. Ben yol ayrımında kendimi ikiye bölmeye çalışıyorum imkansız olduğunu bilerek... Okumak istediğim bölüm işletmemiydi ? ya da sahip olmak istediğim meslek sigortacılıkmıydı ? Hayallerimin suda yüzdüğünü izlemek üzücü... Bu seçimi yapmak zorundayım. Bazen seçeneği olmaz insanın.... Herkez istediği gibi yaşayamaz kendi hayatını. İşte benimkinin dönüm noktası, hayallerimi yaşayabileceğim vaadiyle ertelenmiş hayatımın üstüne bir meslek inşaatı. Şunu yap bunu yap diyen cümlelerden bıkmış usanmış biçimde ne yapacaığımı kendimde bilmez halde sağa sola yapıştırdığım renkli kağıtlarla donatılmış masamdayım. Öylece bakmaktayım kayıt yapmam gerekirken. Herşeyi bi kenara itekleyip sıfırdanmı başladım yoksa yarım kalandan devam mı ediyorum? Bilmiyorum... Şimdi masamdayım işte tek bildiğim hafızamda köşeye isteklediğim nekadar bilgi varsa, tozlanmış paslanmışda olsa onları bi güzel cilalayıp parlatıp yola devam etmek. Hayallerime ise daha çok var...

25 Kasım 2008 Salı

İnternet krizi!


Yok yok anlamış bulundum internetsiz olmuyomuş. Bilgisayarımı internet gittiğinden beri toplasan 2 kere açmışımdır :( . Yalvar yakar ikna ettim babayı açtıracakmış sallamaz ise... Kim bilir ne zaman bi umut bekliyorum işte... Meğer hayatımda ne çok yer kaplıyomuş şu melet onsuz nekadar da sıkıcıymış. Çok alışmışım kötü olmuş. Kıymet bilmek lazım eldeyken. Çokta hevesle başladım yazmaya ama büsbütün hevesim kırıldı. Söylemek istediklerinin boğazında düğümlenmesi gibi hissettiklerim. Kedimi anlatıcaktım, tasarımlarımı gösterip hava atıcaktım:P, boyamalarımı çekip çekip koyucaktım, kendimden, ondan bundan, ruh halimden bahsedip can sıkıcaktım, onun bunun şunun bloglarını karıştırıp okuyup köprü kuracak insan halinden anlayacaktım. dönüşüm mhteşem olamayabilir. Heves kırıklarım birleşmeyebilir ama gayret edebilirim hiç yoktansa...

11 Kasım 2008 Salı

Öfke!

Öfke, sinir krizi, bulanıklık, abukluk, üzüntü, ağlamaklı hal, hepsi mevcut şu anda... Okadar sinirliyimki şimdi çıkıp geri dönmeyesim var. Canım babam gitmiş bana sorma zahmetinde bile bulunmadan interneti kapatıvermiş. Sebep? yok. Neyse yarın açtığımda internetim gitmiş olucağı için bi süre tekrar açtırmak için çabalıyor olucam :( Blogum seni özlücem ama bırakmıcam. Bi şekilde bu sorunu halledene kadar yokum... Zırlamaya başlamadan yatıp uyumak istiyorum.

Sanatsal girşimim...

Bir iki hafta önce can sıkıntısından ne yapsam ne yapsam diye düşünürkene hayal baloncuğumda bir ambul belirdi. Normalde hiç ilgimi çekmeyen bi branşa gittim kaydımı yaptırdım. Porselen boyama telebesiyim artık :) . Ayrıntıyla uğraşmayı sevmemden olsa gerek ben bu çini olayına bayıldım... Bide hocanın yaptığım işi görünce ' vauuv süper! daha ilk ama elin çok güzel ' gibi iltifatlarına mağruz kalınca hepten şevke geldim :) . Daha ilk günümdü ilk kez elime aldığım ve yaptığım bişeydi. En çok kontür çekme olayında zorlandım ama onuda kıvırm. İşin kötüsü bu çini öyle bişeyki dünyanın emeğini veriyosun ve bi yanlışta güme gidiyo yaptığın. Dök tineri sil baştan... Haliyle böyle durumlarda sinir krizi geçirmek olası. Allahtan daha ilk seferde bu başıma gelmedi.

İlk hafta yarısına anca gelebildim. Başlangıç olarak basit bi model yaptırıldı.


İkinci hafta bitirdim ve fırınlanacak o yüzden son hali değil bu. Fırınlandıktan sonraki halinide koyarım sonra...Aşağıdaki pasaklı masamı çektiğim fotoğrafta 2. fayans arkadaşın onun ilk denemesi değil yıllardır yaptığı bir iş o yüzden benimki yanında basit kalmakta :) ...

8 Kasım 2008 Cumartesi

Kokoş çantam

babegazelle hatun kişisi tarafından ilk kez mimlenmişim sevindirik oldum :). Dışı kokoş içi pasaklı çantamı üşenmedim, döktüm ve çektim. İçinden bişeyler çıkarmaya çalıştığımda oralarda biyerde kaybolduğum çantamı allahtan son günlerde içindeki bütün çer çöp, çiklet kapıydı, çikolata kabıydı, peçeteydi, fişti doluşturduğum şeyleriyle temizlemiş, içine bakılıcak hale getirmiştim. Normalde daha spor takılırım ama son günlerde kokoş diye adlandırdığım çantamla yapışık ikili olduk : )


1. Gözlüküm: en sevdiğim bu wayfarer model kemik çerçeveli gözlüğüm

2.Nemlendirici: Asla onsuz biyere adım atmam çantamı yanıma almasamda cebime biyerime tıkıştırırım

3.Ayna: malum aynasız olmaz

4.Parfüm: lazım bişey :P

5.Telefon: en az kullandığım şey genelde insanlar bana ulaşamazlar. Teknolojinin her zıvırından faydalanırken telfona bi türlü alışamadım. Yanıma aldığım, çantama attığım ama bakmadığım bi alet işte

6.Çakmak: Severim çakmağımı işe yarar ;)

7.Fotoğraf makinası: o benim en sevdiğim teknoloji zıvırım :) onsuz adım atamam eğer attıysam eksik hissederim.

8.Makyaj malzemeleri: ayrı ayrı yazmıyım hepsinin bi görevi var işte ama en vasıflısı göz kalemi... onsuz bir makyaj tamamlanmış sayılmaz... diğer herşey olmasada o olmalı....

9.Bu kızın cüzdanı yokmudur? elbette var ama son halini gözler önüne sermek istemedim :-)

10.Eklemiş olsaydım bi bukadarda çer çöp var :) ....


Dök çantanı PİLLİ-CADI :) .....

5 Kasım 2008 Çarşamba

Fasulye toprağa geçti, pamuktaki günlerini özlüyor...



İnsan geriye bakınca ne görür? 19 yaşındayım... Geriye bakınca gördüğüm şey sadece çocukluğum. Nezaman büyüdüm? Ben büyüdümmüki!... Karmaşık, dolaşık, birbirine girmiş duygularım bir yanımın nekadar yorgun ve yaşlı olduğunu bağırırken öteki yanımınsa hiç büyümeyen çocuk olduğunu çemkirmekte. Hangisiyim diye sormaya ne zaman başlamıştım? Ben 15'inde psikopat, kendine eziyet eden, başarabilse intihar edip bu hayattan kurtulmak isteyen birini tanıdım. Neden ki? Neden daha 15 iken bir insan hayattan nefret eder? Birde 14 yaşında bir kız tanıdım. Daha kaydıraktan kayıyor, dönme dolapta kusana kadar dönüyor, onun yaşındaki kızlar tırnaklarına oje sürerken o, parkın kumundan yaptığı kalesini tırnaklarına dolan pislikten daha çok önemsiyordu. İkisinin arasında 1 yaş vardı. İşte duygu karmaşamın sebebi, ikisininde aynı kız olması... Annene bile güvenmemen gerektiği gerçeğini hayatımın hangi aşamasında öğrenmiştim? Büyüyüp herkese gününü göstermek için sabırsızlanırdım. Acaba kim kim gördü gününü? Ayaklarımın sandalyeye oturduğumda yere değeceği günü hayal ettim. Niye hayallerimin gerçekleşmesine sevinemiyorum? Büyüyüpte annemle babam kavga ederken odadan beni çıkarmadıkları, sorun neyse bana da anlattıkları günü, annem ağlarken sebebini sorduğumda 'küçüksün anlamassın' demediği günü görmek için sabırsızlanırken o gün geldiğinde neden sevinemedim? Duvara uzadığım her santimi çizdiğim boy çizelgesi yükselmiyor artık, ayak numaram büyümüyor, süt dişlerim düşüp yenisi gelmiyor, tıpkı hayalimdeki gibi iki fındığı sıkıştırdığımda kırabilceğim kadar büyüdü avuçlarım, sıska ve çelimsiz de değilim, kısa da değil artık boyum. Hayallerim gerçek olmuş ne tuhaf hiç sevinemedim. Fasulye toprağa geçti, pamuktaki günlerini özlüyor : ( ...

1 Kasım 2008 Cumartesi

Neden ben!


Neden ben ya neden!Aklımı üşütmek üzereyim. Nerde antika, otistik, dengesiz bi tip var beni bulur. Yeter artık blog! biri kurtarsın beni bu Hediye kaçığından. Makbule halt etmiş, şahika halt etmiş, burhan bile halt etmiş bu ayrı bi kumaş! Herkez şaşar kalır benim insan ilişkilerime... Kim olursa olsun anlaşırım çünkü. Karşımda dünyanın en sıkıcı insanıda dursa ben onunla konuşacak konu bulur ortamı toparlarım ama yetti! Bu huyum yüzünden antika çeker hale geldim. Nerde kimsenin konuşmadığı, elinin tersiyle iteklediği, insanın psikolojisini bozabilicek bi tip var gelir benimle muhabbet eder. Hediyede bu numunelerden biri... Onun en iyi arkdaşı olduğumu, ona bayıldığımı falan zannetmekte... Yaşını bilmiyorum ama bence 30'un üzerinde... Söylemiyo çünkü yaş kompleksi var hatunun. Şahikadan bile garip giyiniyor anlatmaya kelime bulamıyorum. Bugün tekrar geldi bize eksik olmasın. Tuttu deri, parlak, rezalet bi kumaş getirdi. Benim dikiş bildiğimi bildiğinden o kumaşla ne dikilir diyerekten fikir almak istedi fakat kumaş okadar enteresan okadar tarifi zor bi kumaştıki fikir vermeden önce ara verip 'Allahım yardım et!' diye dua etmek istedim. Binbir zorlukla parçalı etek çıktı ağzımdan. Bir an için o kumaşı parçalı etek şeklinde canlandırdım kafamda ve içimden nerdeyse dışarıya taşmak üzere olan çığlıklar koptu. Bi şekilde kumaş konusunu kapattım fakat bu defada muhabbet etmek zorundaydım. Daha bi kelimeyi bitirmeden gülmeye başlıyo ve eğer güldüğünde sende gülmezsen 'neden gülmedin? yoksa komik bulmadın mı? niye komik değilmiki? ay sende çok tuhafsın' gibi saçma salak şeyler sormaya başlamasın diye en azından tebessüm etme zorunluluğu hissediyorum. Hiç usanmadan konuşuyo ve acaba nezaman gider diye hayaller kurmaya başlıyorum. Bide dediklerine güldüğüm zaman 'ay çok güldük bu gün dimi' gibi bir cümle kuruyo ki bu cümleyide her iki cümlesinde bir tekrar ediyor. Sonra arkasından bana internette neler yaptığımı soruyor. İnsan internette napar? Napar ya napar? tutturuyo napıyosan göster bende yapıcam diye... İnternette yapacak şey bulamıyomuş. Bide işim gücüm yokmuş gibi ona uyduruk kaydırık bikaç site açıyorum 'bak bunu yapıyorum, msne giriyorum vs.' anlatıyorum. Ama tatmin omuyo bu seferde 'arkadaşların kim? çok arkadaşın varmı? onlarla ne konuşuyosun?' gibi sorular soruyo... Nihayet ben çıldırma aşamasına geliyorum ama geç olup eve gitmesi gerektiğine karar veriyor... Onu kapıdan uğurlarken birdaha gelmesin diye arkasından severek ve isteyerek su dökmüyorum ama elinde sonunda tekrar geliyo :(

30 Ekim 2008 Perşembe

Ölüm Yarışı ( Death Race )


Az önce geldim sinemadan.... İnanılmaz bir film kesinlikle tavsiye ediyorum! Normalde hiç hoşlanmam araba, hız, yarış filmlerinden... İlk defa bu filmde bunu aştım. Arkadaşın yüksek ısrarlarıyla girip pişman olmadığım bir film... Vahşi fakat etkileyici... Tesetereye girmek isterken kendimi bu filmin içinde buldum bir anda... Müebbet yemiş biri için ölüm ne kadar kötü olabilir ki?...
Haliyle bu filmde de hem olasılıksız hem de mantık içi olaylara şahit oluyorsunuz... Film bittiğinde Kahve Dünyasına gitmek istedik fakat tekrar arkadaş tavsiyesiyle bu defa susurluk ayranı içtik. Güzel bir gündü, güzel bir filmdi :)...

27 Ekim 2008 Pazartesi

Evimizin diğer aile üyeleri...

'Nice zahmet ve emekten sonra dns ayarlarımı yapılandırıp engelsiz girmeyi başardım o yüzden çok mutluyum :) Bu mutluluklada yeni kayıt kutucuğuna tıklayarak engelsiz ve eksiksiz sayfamın açılışına yanaklarım kasılana kadar sırıttım :D'


Evet...Artık 5 kişilik aile demiyoruz kendimize... Oanlarıda içimize aldık ve toplamda 10 kişiyiz :)
Bunlardan gelip gitmiş olanlarınıda hesaba katarsak sayısını bilemediğim kadar çok hayvan besledik bu evde...Birşeyi çok iyi biliyorum, hayvan olan evde pozitif bir enerji oluyor ;)


İlk sıraya 8 yıllık kuşumuz boncuğu koymak istiyorum. Onu 8 yıl önce yavruyken verdiler bize ve ozamandan beri bizim için çok değerli...
Ve ve ve ikinci sırada zıpır ve bıdık var :) Biri benim diğeri kız kardeşimin... Zıpır yani büyük olan kapluş benim... Ufak bıdıkta kardeşimin... Birini kendi gibi düğme kadar kaplumbağaların arasında çırpınırken kurtardık. Buz gibi suda hasta olmalarına ramak kalmışken ben satın aldım. Diğerinide yine hasta bir halde gözleri balon gibi şişmişken getirip verdiler. Mikrop kapmış gözlerini veterinerlik okuyan kardeşim 1 hafta boyunca ilgilenerek, ilaç sürerek indirdi. Şimdi ikiside canavar gibi...
Soldaki zıpır sağdaki bıdık...


Zıpır


Bıdık
Üçüncü olarak minnoş geliyor :) Daha yeni katıldı ailemize ama yıllardır bizimleymiş gibi inanılmaz seviyoruz...
Dördüncü sırada kız kardeşimin tüylü yaratığı, sevimli tarantulası var tabiki :) Eve gelen herkezin ilginç sorularına ve tepkilerine mağruz kalan hayvancağız aslında okadar sakin ve sessizki evdeki en uslu hayvanat kendileri.... Adıda chester :) Yazın aldığımız ve büyüyünce bir yakının çiftliğine gönderdiğimiz civcivlerimizide göstertiyim bari :)
Çalışırken ofisin önünde baktığım ve çok sevdiğim bir kedişim vardı onu fotoğrafladım....

Bundan 1 yıl önce çeşitli sebeplerden dolayı istemeyerek vermek zorunda kaldığımız bitanecik çok özlediğim kedişimiz suşi...

25 Ekim 2008 Cumartesi

Neden neden neden!

Neden yaaa tam yeni alışıyodum neden bu yasak! Önlerine çıkan siteye erişim yasağı koymak niye! Ben ve benim gibi blog kullanıcılarına hakaret gibi yasak neden!Mantıksız, aptalca, çözüm bu değil!.. İstedikleri engeli koysunlar inat değilmi ben ısrarla her yolu dener girerim bloguma... Bu yasağı çiğniyorum var mı?

17 Ekim 2008 Cuma

Sonbahar tatili...

Bugün sabah saat altıda kalkıp sekizde bindim feribota. Sonbahar tatilimden döndüm. Bazen insan bişeyler yaşar ve o an o yer o bina o taş seneler sonra da geçsen oradan yaşatır insana o anısını. geçtiğim yerlerde bazı şeyleri baştan yaşadım.
Neyse... çuvala giren yaz mevsimini geride bırakıp sonbahar tatili yaptık ve ekim ayında olmamıza rağmen denize girmek gibi bir delilik yaptık :) . Titreyerek yüzdük ve hasta olmadık :D . 3 gün havuza girdik ve koca havuz bizimdi :). Ayrıca gokartı 3 kişi kapattık ve koca lünaparkta sadece gondola Betül ve ben bindik :))). Bunun dışında eğlence merkezine gittik akşamları kafamıza göre takıldık gündüzde sahilde güneşlendik :) 4-5 günde yapılabilecek ne varsa arka arkaya yaptık ... Şimdi evdeyim sakin biyerden geldiğim için evimi çokta özlemediğimi anladım.
Yokluğumuzda kedişimiz bizi unutmuş annemlere alışmış ve bizi görünce hala köpek dişlerini göstermete :) Neyse zamanla bu uyum probleminide aşmayı planlıyoruz.....

12 Ekim 2008 Pazar

Karalamaya biyerden başlıyorum


Günlük tutmak en büyük hobim. Günlük benim hayatımın bir parçası...
Arkadaşımdan duydum gördüm ve özendim hemen internet vasıtasıylada günlük tutmanın nekadar süper olabileceğini düşündüm ve derhal blog açtım. Burayada günlüğüme saçmaladığım gibi saçmalayabilirim. Bölük pörçük bir araya getiremediğim hayatıyımın, dışardan bakılınca nekadar tekdüze göründüğünü düşündüğüm hayatımın, ayrıca gerçekleri şifreleyerek günlüğüme yazdığım hayatımın yine ismimi şifreleyerek unutulmuş bir blog üzerine birkaç karesini yazmak beni gerçekten mutlu edebilir. Genelde sonuna geldiğimde başına ne yazdığımı unuttuğum kadar uzun tutarım cümlelerimi. Buraya o kadar da kasıntı yazmak istemiyorum ki şimdi farkettim daha en başında kural hatası yapmışım :) herneyse..
Şimdik hayatıma balıklama dalmak gerekirse ki uzun uzun 19 yaşıma nasıl geldiğimi anlatamıcam; dün adeta hayvan barınağı olan evimize bir kedi geldi. Kendileri biraz asabi, huysuz, tıslamayı seven, inanılmaz sevimli bi yaratık olup kara kara bize nasıl alışıcağını düşündüğüm varlıktır. İki kaplumbağamız, bir kuşumuz, bir tarantulamız, ve eve daha önce gelip gitmiş olan nice hayvanımızdan sonra birde huysuz minnoşumuz var artık.Adını minnoş koymuşlar bizde değiştirmedik.
Yarında tatile gidiyoruz enise ve ben...
Tatilsiz geçirdiğimiz ultra sıkıcı bir yazın ardından 5 gün inanılmaz motive edecek. Neler yaparım anlatmıyım gelince özet geçerim... Akşam kuzenlerle go karta yapmayı düşünüyoruz. Ehliyet alma hevesimi körükleyen o ufacık arabalar insana inanılmaz stres attırıyor.
Blog Widget by LinkWithin
 
ISSIZ ÇÖLDE ISLI BİR KIZ. Design by Pocket